Daha az önce şimdiki zaman ya da en iyi ihtimalle geniş zaman kiplerini içeren cümleler kuruyorken bir anda cümlelerinizi geniş zamanın hikayesi ile sonlandırmaya başlarken bulursunuz kendinizi. "Sever"leriniz, "severdi" olur; "kızar"larınız, kızardı... Kendi ağzınızdan dökülen ve kabullenemediğinizi belirten cümleler yine kendi ağzınızdan dökülen cümlelerle aslında durumu nasıl da çabucak kabullendiğinizi ele verir gayriihtiyari. Cümleleriniz acıya, acınız gözyaşına dönüşür. Ama acı ve gözyaşları dahi nihai sonu ve son görevi değiştiremez. Yazılmıştır bir kere...
Gideni kendi elleriyle götürüp bırakır ebediyetin kucağına geride kalanlar. Ardında bıraktığı boşluğu da geçmişte yapamadıkları, söyleyemedikleri yığınla pişmanlıkları ve anılarıyla birlikte saklamak üzere "yürek"lerinin en ücra köşelerine yerleştirerek dönerler geriye. O boşluğa gizlenmiş pişmanlıklar açığa çıkma fırsatını buldukları anda boğazda düğüm, gözde yaş; anılar ise dudakta tebessüm olarak gideni aramızda yaşatmaya devam eder. Hem belki "giden" o değildir. Aslında o ebediyete kadar baki kalandır da "dünyada kaldığını zannedenler" olarak biz bilmiyoruzdur, kim bilir?
Ne mutlu baki kalanların boşluklarını vakti zamanında yerini tebessüme bırakacak anılarıyla dolduranlara! Dünyanın yalan, kefenin cepsiz olduğunu bilerek yaşayan ve öyle ölenlere... Ne mutlu yaşama amacı kedileri-köpekleri ekmeksiz, köyünü ağaçsız-meyvesiz, köy çocuklarını okulsuz, misafirlerini çaysız-ikramsız, insanları kalbi kırık bırakmamak olan baki kalanlara!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder