Osmanlı Türkçesinin hareke yerine okutucu harfler kullanmasından kaynaklanan zorluğuna vurgu yapan ilginç bir başlıkla tekrar burdayım. Bu zorluk yazma, okuma ve bir bakıma da çeviri zorluğu esasında. Sonuçta gerek Arap harflerinin Latin harflerine dönüştürülmesi (transkripsiyon=çevriyazı) gerekse eski kelimelerin günümüzdeki karşılıklarının kullanılması açısından Osmanlı Türkçesinden günümüz Türkçesine bir çeviri söz konusu. Buna bir de yan yana gelen harflerin (iki harf bile olsa) bağlamdan bağlama farklı farklı kelimeler olması, noktalama işaretleri kullanılmadığından aslında o yan yana gelen iki harfin hece mi, kelime mi, yoksa bir tamlamanın öğesi mi olduğunun anında kestirilememesi, bağlama göre iki farklı kelime olarak kullanılmasının da mümkün olması gibi durumlar eklenince iş iyice içinden çıkılamaz hale geliyor. Birden kendinizi bulmaca çözüyormuşçasına bir metin ya da beyit okurken buluyorsunuz ve çoğunlukla bir süre sonra metnin içinde kayboluyorsunuz (favorim). Başlık, birinci گل 'in ‘gül’, ikinci گل 'in ‘kil, çamur’ anlamında kullanılmasıyla bu bulmaca çözme durumunun en sade şekli aslında. Tabi burada bunun yazarın (o ben oluyorum :P ) seçimi ve doğal olarak sorunsuz çevirisi olduğunu unutmamalıyız. Aynı şeyi başka birinin yorumlayıp çevirdiğini düşünürsek verilmek istenen anlamdan uzaklaşabilir hatta ve hatta sürekli olarak bahsettiğimiz ideolojik çeviriye bile mahal verebiliriz. Düşünsenize birinci گل ‘in ‘kil, çamur’, ikinci گل ‘in ‘gül’ olarak çevrildiğini… Felaket! Malum bahane de hazır: Biz çevirmenlerin işi gördüğünü çevirmektir. (!)
Bir de yazarken unutulan küçücük bir nokta sebebiyle bir sözcüğün ve o sözcük dolayısıyla belki de bütün bir metnin nasıl yanlış anlaşılabileceğini düşünelim. Büyük şair Fuzûlî bu durumun doğurabileceği kötü sonuçları yüzyıllar öncesinde eşsiz birkaç örnekle beyitlere dökmüş bile.
Kalem olsun eli ol kâtib-i bed tahrîrin
Ki fesâd-ı rakkamı sûrumuzu (سور) şûr (شور) eyler
Gâh bir harf sükûtuyle eder nâdiri (نادر) nâr (نار)
Gâh bir nokta kusuriyle gözü (كوز) kör (كور) eyler
Şüphesiz daha güzel anlatılamazdı. Şöyle ki: Kötü yazan kâtibin parmakları kuruyup kalem olsun, zira o yazışındaki hatalarla yani س (sin) harfini ش (şın) yazarak ‘sûr’umuzu (düğün) ‘şûr’ (gürültü, şamata) eyler. Kâh د (dal) harfini eksik yazarak ‘nâdir’i (az bulunan değerli şey) ‘nâr’a (ateş) çevirir. Kâh ز (ze) harfinin noktasını eksik koyup ر (rı) harfine dönüştürerek ‘göz’ü ‘kör’ eyler.
Ben bu konuya nerden geldim peki? İskender Pala’nın Gözgü kitabındaki ‘Gül gül dökülmeler’ başlıklı denemesinden… Dilerseniz onun güzel anlatımıyla okuyalım ki daha net anlarken daha net anlatabilelim durumu.
“…Gül kelimesinin Osmanlı harfleriyle yazılışı (گل), gel, kel, gil… okumaya müsaittir. Hatta bu konuda bir fıkra anlatılır:
Vaktiyle Üsküdar’da Gül Ahmet adında bir adam yaşarmış. Adıyla ters orantılı olarak gabi ve kaba saba bir adam olan Gül Ahmet, bir şiir meclisinde, konuşulanları dinlemiş, kinaye ve tevriyeleri görmüş ve şairlerin aynı kelimeyi birkaç anlamda kullanmalarından yahut aynı yazılışlı kelimelerin farklı okunuşlarından dolayı,
- Bu şairlerin de sözleri, demiş, lastik gibi, ne tarafa çekilse oraya uzuyor.
Mecliste bulunan şairler bu söze içerlemişlerse de Gül Ahmet’in mevkiinden dolayı kimse ses çıkaramamış. Ama aralarında bir tanesi “Ben,” demiş içinden, “gün gelir bunun hesabını görürüm.”
Gel zaman git zaman, Gül Ahmet bir çeşme yaptırmış. Devrin âdetince şairlere de “Benim çeşmeye bir tarih düşürünüz!” diye ricada bulunmuş. Vaktiyle intikama ahdeden şair güzel bir tarih düşürüp kendisine sunmuş. O da tarih kıtasını kitabeye hakkettirmiş. Kıtanın tarih mısraı şöyle imiş:
Gel Gül Ahmed çeşmesinden iç gül-âb âsâ suyu
Gel, Gül Ahmed’in çeşmesinden akan gülsuyuna benzeyen sudan iç.* (*Mısraın ebcet karşılığı 900 rakamını veriyor. Yani milâdî 1505 yılı.)
Küşat merasiminde çeşme gibi tarih kıtası da görücüye çıkıp ahbâb u yârân, hayırlı olsun diyorlarmış. O sırada kalabalığın ortasından biri tarih mısraını okumaya çalışmış:
Gel Kel Ahmed çeşmesinden iç gilâb âsâ suyu
Bunu duyan Ahmet Efendi kendisine kel denilmesinden ziyade gülâb’ın, çamur gibi su, çamurlu su, demeye gelen gilâb okunmasına içerlemiş ama sesini çıkarmamış. Fakat biraz sonra bir başkasının bu okuyuşa itiraz edip mısraı,
Gel Kil Ahmed çeşmesinden iç kilâb-âsâ suyu
okuduğunu görmüş. Çünkü bu daha da fena. Hem kendisine çamur denilmekte, hem de çeşmesinden su içeceklerin köpekler (kilâb) kategorisinden sayılmasına yol açmaktadır. Bir başkasının,
Kel Kül Ahmed…
diye okumaya başladığı sırada dayanamayıp kıtayı yazan şaire çıkışmış:
- Bre bu ne biçim tarih?
Şair, içindeki eski yaraya merhem sürercesine cevabı yapıştırmış:
- Vallahi Efendi, tarih pek güzel; sen aldırma; bu şairlerin sözü lastik gibidir, ne tarafa çeksen böyle uzar.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder