Zorlu bir final döneminin ardından derin bir nefes alarak başlıyorum yaza ve ilk yazıma. Düşündüğüm kadar kolay olmayacak sanırım her ikisi de. :) Amacım bu güzel, sessiz ve sakin geçen Cuma gününden bir parça bırakmak aslında sadece. Blog açma sebebimle aynı. 'Sultanüş'şuâra' Bakî'nin de dediği gibi:
"Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal,
Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş..."
Hani sesler kaybolmaz, uzayın derinliklerine kadar hiçbir engele takılmadan giderek boşlukta dolanıp dururlarmış ya, ben de yaşadığım olayları iyisiyle kötüsüyle internetin derinliklerine yollamak istedim bir nevi. Kesinlikle bakî değil tabi, hepimiz farkındayız. Günlük yazmak, yazmak değil de sürekli olarak yazmaya devam etmek, hep zorlamıştır beni. Sürekli olarak yazmak zorunda olmayacağım farklı bir şey olsun dedim. İlerde (yakın gelecek) en azından nasıl bir ruh haliyle neler yazdığımı görmek istedim kendimce. Kendimi yargılamak istiyorum aslında. Gereği düşünüldü! :)
Öncelikle eğitim açısından değerlendirmeye başlayalım. Üniversitede dolu dolu geçen bir yılımızı üçüncü kez geride bırakmış sayılabiliriz şu an. Şöyle kısaca bir bakacak olursak yoğunluk ve farkındalık açısından bu yıl gerçekten ilk iki seneye açık ara fark attı tek başına. Gerek çevirilerle gerek etkinliklerle olsun zorlayıcı, yoğun ancak güzel bir yıldı. Mayıs ayı ilk iki haftasında Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nden geçen bir "Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı" deneyimi vardı ki hiç bitmesin istedik. Yeni arkadaşlar ve yeni insanlar tanımamıza, iki haftalığına Birleşmiş Milletler personeli olmamıza ('general staff' da olsak havamız vardı :)) vesile oldu sağ olsun. Öncesinde de 18-19-20 Nisan tarihlerinde İstanbul Üniversitesi'nde gerçekleştirilen "Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Sempozyumu" kapsamında, Tintti Karppinen'in atölye çalışmasında ardıl çeviri yapma fırsatı bulmak da alanımız açısından tam anlamıyla gerçek bir deneyim oldu. Katıldığımız konferanslar, söylene söylene yaptığımız ödevler, çeviriler, vizeler, finaller ve bunlarla kıyaslanamayacak kadar eğlenceli olan gezmeler, tozmalar da cabası...
Kişisel olarak da şu son bir buçuk ayda yaşadığım yoğunluk (her açıdan) resmen damga vurdu hayatıma. Ayırdı before&after şeklinde. Seni hiç unutmayacağım Mayıs ayı! Üzüntüler, sevinçler, yok oluşlar, var oluşlar, ağlamalar, gülmeler, kafa karışıklığı, nefret, sevgi, acı, empati... O yüzden "Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil"* oldu bu başlık. Eskiden beri çok severim Fuzûlî'nin bu beytini. Ama hiçbir zaman şu an olduğu kadar içselleştirememişim sanırım. Anlıyorum ama ifade edemiyorum. Söylesem de tesiri yok gerçekten. Sussam da...
İlk ve son olmaması dileğiyle... Fuzûlî'ye saygı, selam ve dua ile...
* Derdime vâkıf değil cânân beni hândân bilir,
Hakkı vardır şâd olanlar herkesi şâdân bilir,
Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil,
Çektiğim âlâmı bir ben bir de Allah'ım bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder