21 Şubat 2013 Perşembe

Yarı ölüm=Uyku

Bir rüya görmek istedim ilk defa. Güzel olmasına gerek yoktu. Gerçekleri anlatsa yeterdi.

Aylar önce rüyamda görmüş olduğum bir yeri gerçekten gördüm, görür görmez rüyamda gördüğümü hatırladım çünkü. Belki de tıpatıp öyle olduğuna inanmak istedi kalbim ve "İşte, burası!" sinyalleri gönderdi beynime. Tanıdık bir histi esasen. Daha önceden ruhlarımızın yaşamış olduğu bir hayatı çift dikişle gittiğimizi hatırlattı bana. Çocukluğumda birkaç defa daha aynı şekilde hissetmişliğim vardır ama fazlasıyla uzun bir ara vermişim demek ki.

İnanılır ki ruhlarımız yaratıldıklarında birçok bilgiye haizdiler ve ne yaşayacakları belliydi. Daha önce yaşamışlardı bir nevi. Ara sıra yaşadığımız "Deja vu!" yani "Ben bunu daha önce de görmüştüm. (?)" hissi bundan ileri gelmekte belki, neden olmasın? Yaratıldılar ve Bezm-i Ezel denen, nam-ı diğer Kâlu Belâ, o günde "Belâ" diyerek bir söz verdiler. Özgürleştiler sonra. Sözünü tutan da oldu, sözünden cayan da... Dünyaya gelmişlerdi en nihayetinde. "Belâ" derken farkındalar mıydı acaba özgürleşirken belaların merkezinde hapsolacaklarından? Ara sıra akıl, mantık sınırlamalarının olmadığı rüyalar aleminde gezmeye, dolaşmaya çıktıklarında özgürleşeceklerinden sadece?

Rüya görmek yorar insanı. Beden uyurken ruh özgür kalır, rüya alemlerinde dolaşır durur çünkü. Bize "Deja vu!" dedirtecek malzemeler toplar her ne kadar çoğunu hatırlamasak da. Hatırlamak daha çok yorar aslında. Uyuduğunu, dinlendiğini sandığın yarı ölüm halinde rüya görerek yorgunluğuna yorgunluk katmışsındır zaten, yetmezmiş gibi uyandığında da gördüğün tüm rüyaları hatırlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken bulursun kendini. Uyumak dünyanın en zor işi oluverir birden, rüya görmeyeyim lütfen diye dua edersin.

Zaten ben rüya görmeyi sevmem ki! Yine de bir rüya görmek istedim ilk defa. Güzel olmasaydı da olurdu. Ama olmadı. Deli gibi istediğim birçok şey gibi...

Hem yarı ölüm halinde bile bu derece özgürse ruhumuz...

Uyumak bu kadar zor olmasa gerekti.

İyi geceler. Tatlı uykular. Renkli rüyalar...




                       "...Madem uyku yarı ölüm, canıma gecedir kasteden..."

14 Şubat 2013 Perşembe

Bir ihtimal daha var, O da...

Fransızların papatya fallarında birinin sizi sevmeme ihtimali dörtte birdir. Bizim yarıya yarıya joker hakkımızı kullandığımız "seviyor-sevmiyor" kadar basit değil yani olay onlara göre. Sevmek de derecelendirilebilir bir kavram neticede, mantıklı bir yaklaşım. "il/elle m'aime..." (O beni seviyor...)" diye başlayıp "un peu... (biraz...) beaucoup... (çok) a la folie... (çılgınca...)" diye devam eder sevgi dereceleri ve o hiç istenmeyen ihtimal gelir ardından: "pas du tout (hiç sevmiyor)".



Şekil 1: Sevgisinden emin olan ancak derecesine bir türlü karar veremeyen bir şahsiyetin falı. Haliyle "pas du tout" seçeneği yok. Onun yerine "passionnément (tutkuyla)" eklenmiş.


P.S.: İşbu gönderinin bu anlamsız anlamlı günde yayınlanmış olması tamamen tesadüftür. Sevginizden emin olduğunuz her gün anlamlıdır (da siz farkında değilsinizdir). Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

8 Şubat 2013 Cuma

Senede bir gün

Takvimde herkese ait en az bir gün vardır. Benim için takvimin o günü sadece bir gün olmaktan ziyade ait olduğu kişiden ibarettir. O gün onundur, hatırlanır, hatırlanması gerekir. En azından hassasiyet gösterilmesi gerekir. Bu, o kadar da zor olmasa gerektir. Gözün içine içine sokulmasına gerek yoktur. Vardır, oradadır, değişmez. Teknolojiyle her şey daha da kolaylaşır ya hani. Hani kendisinin gösterdiği özeni başkalarından da görmek ister ya insan... Öyle işte.




Ufaklık 23 yaşında.

5 Şubat 2013 Salı

من القلب إلى القلب سبيلا : Kalpten kalbe yol vardır

Çocuklar yeni bir arkadaş bulduğunda en iyi anlaştıkları ve hep yanında olan arkadaşlarını unutuverirler ya hani bazen. Yeni bir dünya kurarlar kendilerince. Bilirler ki hep yanında olanlar zaten yanındadır aslında. Ama o yeni arkadaş öyle mi? Annesiyle birlikte misafirliğe gelmiştir ve gidecektir az biraz sonra. Tadını çıkarmak lazımdır o kısa anın. Diğeri o ne yaparsa yapsın oyuna çağırdığı an gelecek yakınlıktadır her daim. Hem kırılmaz, üzülmez.

Çocukluğumuza indik işte, çıktı ortaya birçok hareketimizin sebebi. İşte bu yüzden yeni kimselerle/şeylerle karşılaştığımızda anında tekmeyi basıveriyormuşuz emektarlara, hep bizimle olanlara. İçimizdeki çocuğu kaybetmeyelim derken hepten çocukça davranıyormuşuz yani. Yakındakinin kıymetini bilmiyormuşuz. Aslında bilmemiz lazımmış ki hep yakın kalsın, hiç uzak olmasın.

Ha bir de insan yakınken uzak olacağına, uzakken yakın olsunmuş. Asıl özlem yakınken uzak olunduğunda başlıyormuş ve daha çok can yakıyormuş çünkü. Hem uzaktan kasıt mesafeler değilmiş ki aslında anlayana. Gönüller arasındaki uzaklıkmış en kötüsü. Ve hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı düşüncesi...

Diyor ki Arapça bir söz:  .من القلب إلى القلب سبيلا (Mine'l-kalbi ile'l-kalbi sebîlâ.) Yani "Kalpten kalbe yol vardır."

Diyor ki Sultan III. Murad:
"Elbette bu hâlimden o yârin haberi var,
Fi'l-kalbi mine'l-kalbi ile'l-kalbi sebîlâ."

Kalp kalbe karşı olmasın hiç, kalpten kalbe yol olsun.


Sagopa Kajmer - Yakın ve Uzak : "Ben yakın sen uzak, ya sen yakınlarımda ben ırak..."