18 Ocak 2013 Cuma

"Benim de pençelerim var..."


9. Bölüm*

...Küçük prens, biraz üzgün, son baobap sürgünlerini de sökmüştü. Asla geri dönmeyeceğini düşünüyordu. Ama, her sabah yaptığı bu işler, o sabah ona çok hoş görünmüştü. Çiçeği son kez sulayıp cam fanustan koruyucusunu üzerine yerleştirmeye hazırlanırken, gözleri dolu dolu oldu.
"Elveda," dedi çiçeğe.
Ama çiçek yanıt vermedi.
"Elveda," diye tekrarladı Küçük Prens.
Çiçek öksürdü, ama nezleden falan değildi öksürmesi.
Sonunda "Çok saçmaladım," dedi. "Senden özür dilemek istiyorum. Mutlu olmaya bak, e mi?"
Küçük Prens, çiçeğin sitem etmemesine şaşırmış, elinde fanus kalakalmıştı. Onun bu yumuşak, bu sakin tavrına anlam veremiyordu.
"Elbette, seviyorum seni," dedi çiçek ona. "Benim yüzümden bunu bile anlayamadın. Ama artık hiçbir önemi yok. Tabii, sen de benim kadar aptallık ettin. Artık mutlu olmaya bak... Şu fanusu da bırak elinden. İstemiyorum onu."
"Ya rüzgâr..."
"O kadar da hasta değilim... Gecenin serinliği bana iyi gelir hem. Çiçeğim ben."
"Peki, ya hayvanlar..."
"Kelebeklerle tanışmak istiyorsam, birkaç tırtıla katlanmam gerek. Çok güzel bir şey olmalı bu... Ziyaretime kim gelir yoksa? Sen uzaklarda olacaksın. Büyük hayvanlara gelince, onlardan korkum yok. Benim de pençelerim var..."
Bunu derken dört tanecik dikenini göstermişti. Sonra da "Sallanıp durma burada, huzursuz ediyorsun beni," dedi. "Madem gitmeye karar vermişsin, çek git hadi!"
Aslında, Küçük Prens ağladığını görsün istemiyordu. Pek gururlu bir çiçekti...


*Sumru Ağıryürüyen çevirisiyle Küçük Prens

2 Ocak 2013 Çarşamba

"Kendimden Notlar"dan "Kendime Notlar"a

Nostalji yapıyordum da yine... Eskiden yazıyormuşum bayağı, onu fark ettim. Sinirlenince yazmışım, sevinince yazmışım, üzülünce yazmışım... Her şeyi yazmadım hiçbir zaman, o kesin. Ama birçok şeyi yazmışım. Topuklu ayakkabı giymişim, sakızımdan çıkan fala kahkahalarla gülmüşüm, üniversitemin otomasyon sistemine sayıp sövmüşüm, hukuk çevirisi ödevlerinden dem vurmuşum, kahve fallarımda -mümkünse uzun- yollar aramış ama bulamamışım, rüyalar-kabuslar görmüş, milyon tane uçuk çıkarmışım, projemle büyük bir aşk yaşayıp teslim tarihinin yaklaştığı zamanlarda onunla sabahlamış ama yine de onu sevmekten hiç vazgeçmemişim, bol bol şiir okumuşum, öğretmenlik formasyonu stajında anlattığım dersi babama ithaf etmişim, eşzamanlı çeviri kabininde neler neler saçmalamışım, babamın greyderine beş tur binmişim -baba mesleğini devam mı ettirsem acaba?-, sunumlar yapmışım, sunumlar dinlemişim, sunum dinlemek için Hacettepe Üniversitesi'ne bile gitmişim, sınavları "fazlasıyla" önemsemişim, sinemalara-tiyatrolara gitmişim ve nihayet mezun olmuşum. Sonrasında o kadar yazmamışım ki şimdilerde "Yazını gören cennetlik" diyen de var, "Yüzünü gören cennetlik" diyen de. Bir süredir kabuğuma çekildim çünkü. Örgü örmeye de başlayacağım. Arz ederim.

29 Kasım 2011'de -kim bilir hangi olay ya da ne üzerine- tam da böyle yazmışım:
"Hayallerin ne kadar büyükse, hayal kırıklığın da o kadar gürültülü olur." Kendime not: İnsanları gözünde büyütme. Asla 'asla' deme. Başkalarını üzmemek için üzülme. Unutma ki asla kimseyi tam olarak tanıyamayacaksın ve kimsenin seninle ilgili ne düşündüğünden emin olamayacaksın. Fuzûlî demiş ya: "Sevmek daha değerlidir çünkü sevdiğinden emin olabilirsin ama sevildiğinden asla emin olamazsın." Sev ama hobi olarak sev senin anlayacağın. Karşılık beklemeden.

Benim hiç yeni yıl kararlarım olmadı. Hep kendime notlarım oldu ama, uygulanabilirliğine bakılmaksızın. Buradaki notlara da birkaç ekleme yapmak istedim sadece. 
Fazla konuşma. Bırak onlar konuşsun ama sen ihtiyacın olan kadarını duy. Kızma, elbet vardır her şeyin bir sebebi. Sen bol bol yaz, kendinle konuş. Biraz da unut, her şeyi en ince detayına kadar hatırlamak zorunda değilsin. Ve korktuğun zamanlarda umutla tekrarla: Aal izz well