28 Kasım 2015 Cumartesi

Beni bu "Kırık Hava"lar mahvetti

Hala bilgisayarlardan nefret ediyormuşum. Şarkılarla ve şiirlerle aram iyi. Zihnimde çokça blog yazısı yazdım geçen süre zarfında ama hepsi bir garip unutkanlığımın derinliklerinde boğulmakla meşguller an itibariyle. Bense bilmemkaçıncı defadır aynı şarkıyı dinliyorum amaçsızca. Bilgisayar başında oturmayı özleyecek kadar vakit geçmemiş olsa da henüz, yapacak bir şeyim olmamasını özlemişim.

Tek istediğim diye cümleye başlayacakken aslında tek bir isteğim olmadığını fark ettim. Bir dilek hakkım olsaydı ne dilerdim ben de gerçekten çok merak ediyorum. Biraz boşvermişlik, biraz "bana ne"cilik, biraz da "aman sen de"cilik olsaydı fena olmazdı mesela şu anda. E olmuşken biraz "millet ne derse desin"cilik ve meşhur kankası "ben yaptım oldu"culuk... Az biraz bencillik belki. Salak yerine konduğunu anlamayacak kadar salak olabilmek ya da. Hiçbiri olmuyorsa birçok şeye, birçok kişiye tepki niyetine sayıp sövme becerisi.

Sihirli değnek beklemekten ya da durup durup neden diye sormaktan fazlasını yapmak gerekiyor çoğu zaman. Olmayı istediğimiz yerde olmamak bizim de suçumuz neticede. Dünyayı değiştiremiyorsak, dünyamızı değiştirmemiz gerekiyor. 

Keşke her şey daha kolay olsaydı. Gerçi o zaman imtihan olmazdı.

Sanırım kırkıncı defa aynı şarkıyı dinliyorum. An itibariyle sonbaharı yaşıyorum.



16 Kasım 2015 Pazartesi

İnziva vakti?

"Sessizlik?" vs. "Deja vu!"

P.S: Gönül güzel kelime. Tercümesi de zor hem. Tıpkı hisler gibi.


"...Olsun, hata yapabilir elbet insan..." (Kolera'nın "İnziva"sını anmadan olmazdı...)

15 Şubat 2015 Pazar

Bu, Büşra'nın buddy'sine methiyesidir.



Gecikmiş bir doğum günü kutlamasının kendisi tarafından dünyaca "özel" addedilen bir güne denk getirilmesi bile yaklaşan güzelliklerin habercisiydi aslında.

Önce buddy olmuştuk. Sonra da Facebook bizi hayat arkadaşı ilan etmişti. Aslında ben onun ben olduğunu düşünüyorum, o da benim o olduğumu... (Kızdıracağım biliyorum ama ev arkadaşı da olabilseydik hiç fena olmazdı. :P)

Divan edebiyatını ve Fuzuli'yi sevdiğimi az çok tanıyanlar bilir zaten. Ama dün ben benim bile bilmediğim öyle bir şey öğrendim ki hayret ve şaşkınlığımı paylaştığım ilk kişi aslında hayret ve şaşkınlığımın tek sebebi olan buddy'm oldu yine. Kendimi rahatlıkla bir Fuzuli-sever olarak adlandırdığım halde, nedense Fuzuli'nin o ünlü "Leyla ile Mecnun" mesnevisini baştan sona okuma, kaynak olarak edinme ihtiyacı duymamışım hiç meğer. Orjinalini anlayamamaktan veya idrak edememekten mi korkmuşum bilemedim. İskender Pala'nın Leyla ile Mecnun'dan derlediği, mesneviden gazellerin-beyitlerin yer aldığı birçok kitabım varken mesnevinin tam metni yokmuş işte.

Meğer benim için gerçekten çok anlamlı ve özel olan bu eseri benim için gerçekten özel olan birinin bana hediye etmesini bekliyormuşum farkında bile olmadan! Hatta öyle ki o eser de üzerine eklenecek not için en güzel ve o andaki en anlamlı beyitlerinden birini buddy'min karşısına sayfalarını ilk açışında çıkarmayı bekliyormuş ki  buddy'min görüp okuduğu ilk beyit 175. sayfanın ilk beyiti olmuş. Mecnun'un derdini dağa açtığı bölümden geliyor:

"Yüz şükr ki yâr-ı gâr buldum Gezdim bu cihânı yâr buldum"

Meali: Allah'a şükürler olsun, arkadaş buldum. Bu cihânı dolaştım, dost buldum.

Hiç aklında yokken tek kalan kitabın rafta kendini göstermesi... Benim daha önce aynı kitabı hiç görmemiş olmam... Açtığında okuduğu ilk beyit... Tesadüf demek istemiyorum ben bunlara. Gerçekten hissedilenlerin, aradaki bağın yansıması olabilir anca. Ya da "Kitab-ı Leyla vü Mecnun" İskender Pala'nın o ünlü "Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk" kitabının esas kahramanı olarak benimle başından geçen maceralara bir yenisini  eklemek istemiştir belki. Kim bilir?...

Bizim açımızdan değişen tek şey ise "yarım" kelimesindeki "a" harfinin şapka ile inceltilmesinden başka bir şey olmayacak. Ayracın, kitapların, kartların, notların ve bugünkü "sus(ama)ma"larımız bende her daim baki kalacak. Sen de öyle... :)

Posted via Blogaway

8 Şubat 2015 Pazar

Çeyrek mi asır?

Bir sayfa daha kopardım ömrün defterinden ellerimle...

Çeyrek asırdır yaşadığımı idrak ettiğim ilk gün bugün. Finansal raporlama dilindeki "first quarter" yani... Hoş, yolun yarısına on kala diyerek edebiyata yanaşmak benim gibi matematik özürlüsü olan biri açısından daha gerçekçi olacak şu durumda. Takvimlerden ziyade benim yılbaşım... Edebiyat-şiir seven kimliğimi bir kenara bıraka(maya)rak ilk çeyrek raporumun özetinin özetini arz etmeye geldim.

"Bu benim miladım." diyebildiğim bir anım olmadı sanırım koca çeyrek asırda! (İşin içine asır girince de olay pek sevimsiz oluyor ya, neyse...) Kısa mı uzun mu olduğunu kestiremediğim metrajlı filmimden küçücük bir kesit tam da buracıkta yer alıyor zaten. Kritik zamanlarımda beni bana benim gözümle anlatıyor. Kafka'nın "Yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız. Bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman
susarız." sözünden hareketle insanların genellikle mutsuz oldukları zamanlarda yazdığı genellemesini düşünürsek burada çok yazımın olmamasına şükrediyorum. :) (Yazarımsı burada kafasından geçenleri yazıya dökemeyecek kadar yoğun olmasını güzel bir sebebe bağlayarak Hüsn-i Talil sanatına atıfta bulunmaya çalışıyor.)

Sonra duruyorum ve doğum günlerindeki eski heyecan ve mutlulukların artık yerini tam tersi duygulara bıraktığını fark ediyorum. Hatırlanmak olayın tek ve en güzel yanı aslında. Bana hayatımda oldukları için şükrettiğim az ve öz bir topluluğu yeniden hatırlatması da kar kalıyor yanıma. Artılar ve eksiler ilk defa birbirini götürmüyor. Gözde bir damla yaş olup akan bir "buddy" bana göz kırpıyor artıların arasından. Aktifler ve pasifler arasına hemen kocaman bir çizgi çekiliyor.

Ben garip duygularla, sonsuzluk kadar uzun gelen şeylerin de bir gün nihayetleneceğini idrak ederek başlıyorum yeni yaşıma. İlk çeyreğin bana verdiği tüm mesajları aldığıma inanarak yoluma güzelliklerle ve güzel insanlarla devam etmek istiyorum. Güzellikler ve güzel insanlar yollarına benimle devam etmek istediği müddetçe...


Posted via Blogaway

9 Ocak 2015 Cuma

Kırdığın yerden kırılırsın

Dünyaya yeniden gelebilseydim her şeye verilecek bir cevabı olan insanlardan olmayı dilerdim. Karşıdakinin ne hissettiğine hiç aldırış etmeden içindeki pislikleri dökebilen, zerre pişmanlık duymayan, ağzına geleni direkt söyleyen ve buna sebep olarak da içinin ve dışının bir olduğunu gösteren insanlardan olmayı dilerdim.

Empati denen şeyin varlığını bile bilmek istemezdim. Onsuz da yaşanabildiğini görüyorum çünkü. Onsuz yaşayan ama dile pelesenk olmuş "Anlıyorum"larla bu -sözde- eksikliği gidermeye  çalışan insanlar görüyorum. Ve ne yazık ki ben o insanları da "anlıyorum". Anlamak istemediğim halde hem de... Hayatımda böylesine anlayışsız olmayı dilememiştim hiç. Birkaç gün öncesine kadar empatinin okullarda ders olarak okutulması gerektiğini savunuyordum oysa.

Kalp kırmaktan korkmayanlardan olmayı dilerdim ya da. Hazır cevap olamamanın tek sebebi budur belki? İki düşünüp bir konuşmaya çalışırken hazır cevap olabilir mi kişi? Söyleyemediklerini pişmanlıklarına ekleyerek keşkelerle yaşayan biri?..

Kırdığımız yerden kırılacağız elbet. En güçlü zırhlarımız ve kuşandığımız silahlarımızla hiç ummadıkları yerden açtığımız derin yaraları iyileşmeyecekse birilerinin ve seslerindeki titreme, gözlerinden aka(maya)n damlalar nedeniyle zafer kazanmış edasıyla hareket edeceksek yine varsın biz zaferin keyfini sürelim bir süre daha. Kırdığımız kadar kırılırız nasıl olsa...

Onlardan biri olmadan, onlara evrimleşmeden göçüp gitmek istiyorum bu diyarlardan ben. Mide bulantılarımı ve çelişkilerimi de yanıma alarak gitmeyi ve küçümsedikleri nokta(ları)mın en güçlü yan(lar)ım olmasını diliyorum.

Birileri hayalleri mi gerçekleştiriyordu?

Posted via Blogaway